Photo by S O C I A L . C U T on Unsplash

Story İncelemesi— Ve kritik soru: Excel’e de gelecek mi?

Aykut Bal
8 min readDec 5, 2020

--

Yürekleri serinletecek cevabı hemen vereyim, haberler iyi, yakın vadede böyle bir şey olmayacak :)

Beni tanımayanlar için en başta şunu söylememde fayda var, son 1 senemi Storyly isminde mobil uygulamaların story formatında içerik gösterebilmesini sağlayan bir ürünü geliştirmeye adamış durumdayım. Haliyle 1 senedir -ki aslında öncesi de var- story’lerle ilgili epey bir tarama yapma fırsatım oldu. Yakın zamanda hem Linkedin hem de Twitter kendi story bileşenlerini lanse etti, e tabii herkes de konuyla ilgili fikir beyan etti. Eksik kalanı dövüyorlarmış, 280 karakter yetmeyecekti :)

Sağını solunu düşünüp, ufak bir durum analizi yapmaya çalıştım konuyla ilgili.

Tarihçe — İlk story’yi çıplak olanınız çeksin.

Aslında dün gibi geliyor, lakin epey olmuş. Formatın ilk karşımıza çıkışı 2013. Snapchat, uygulama içinde paylaştığınız “snap”leri, “story” şeklinde profil bazında grupluyor. Snapchat’in esprisi şu; internette ürettiğimiz içeriğin sorumluluğunu gerçek dünyada taşımak istemiyoruz; impulsive dürtülerimizi dökmek istediğimizde bunun yolu anonim olmak. Ama bu sefer de, gerçek dünyadaki “avantajlarımız” online’a taşınmamış oluyor. Gerçekteki popülaritenin hem sistem için hem birey için avantajlarını yitiriyoruz. İkisini birden çözecek şey ise “yaşam ömrü limitli içerikler”. Üstelik bu limit kullanıcıya doğrudan da bir FOMO yüklüyor. Zaten uygulamanın tamamı da bu FOMO üzerine kurgulu. Şahsi fikrim Snapchat’in mobil kullanıcı deneyimi alanında gerçekten bir devrim yaptığı yönünde; çok daha uzun bir tartışma kolu açmamak adına burada kesiyorum.

Bu FOMO bazlı tasarımın ne kadar iyi çalıştığını hepimiz görüyoruz; ama tabii ki bir gören biz değiliz :). 2016'da Instagram’ın meşhur blog postu karşımıza çıkıyor:

Post’un çıktığı aynı gün, Techcrunch’da Kevin Systrom’un bir de röportajı yayımlanıyor. Onda da gayet açık bir şekilde formatla ilgili kredinin Snapchat’e verilmesi gerektiğini Kevin amcamız söylüyor. Ama kritik birkaç cümle daha var:

When you are an innovator, that’s awesome. Just like Instagram deserves all the credit for bringing filters to the forefront. This isn’t about who invented something. This is about a format, and how you take it to a network and put your own spin on it.

Hikayenin geri kalanı zaten çorap söküğü gibi. Sanırım aramızda hikaye paylaşmamış kişi sayısı oldukça azdır. Facebook, Whatsapp, Youtube, Medium, Linkedin, Twitter… Bunların arasında da irili ufaklı bir çok başka uygulama. Kimisi istenildiği kadar başarılı olmuyor(whatsapp), kimisi ise yepyeni bir mecra açıyor (Medium). Bağlamı ve deneyimi doğru şekilde konumlayabilmek temel ayırt edici faktör.

Peki, şimdi biraz daha detayına girelim işin. Nedir bu Story’yi bu kadar mühim yapan?

Oraya biraz zumlar mısın? Heh. — Story

Uygulamalar da esasen bir değer takası ilişkisiyle var olurlar. Kullanıcı deneyimi alır, uygulama sahibi ise parasını. Bu iki açıdan bakıp konuyu irdeleyelim:

Deneyim

Yazının ilk kısımlarında FOMO üzerine birkaç lakırdı etmiştim. Storyleri bu kadar FOMO odaklı kılan ne?

1- Çember renkleri

İzlediğiniz hikayelerin çember renkleri daha soluk tonlardayken, “yeni” hikayeler parıl parıl parlar. Bir kere başlayıp durduğunuzda, tamamını bitirmeyi istersiniz. Tamamlamış olmanın verdiği dopamin üzerine kurguludur deneyim. Üstelik “yeni” dışında, içeriğe dair de ipuçları taşıyabilir çemberler. “Live” olduğunu, “yakın arkadaşlara özel” olduğunu bu renkler anlatır ve içeriğe ilişkin bir önem sırasını oluşturmanız kolaylaşır.

2- İlerleme barı

Eğer storyleri izlerken hiç bir şey yapmazsanız içerik değişir. Genellikle ekran yukarısında hem navigasyonsa dair ipucu taşıyan hem de zamanla ilerleyen bir bar bulunur. Bu bar, parmaklarınızı ekrana bağlar. Durdurmak veya geçmek için ekranla ve içerik tipiyle ilişkinizi sıkılaştırır. 8 saniye olması da hiç ama hiç tesadüf değil :)

3- Animasyonlar

Storyler içerisindeki bütün bileşenler sizin iletişiminize cevap verir. Sayfada karşılığı olmayan bir gesture bulunmaz. İnteraktif bileşenler ise mutlaka etkileşim sonunda animatif bir cevap verir. Bu “tamamlandı” hissinin devamı açısından oldukça kritik bir konu. Bu sebeple interaktif bileşenlerin kendi frekansı oldukça yüksektir. Yani bir kere anket cevapladıysanız, daha fazla anket cevaplarken bulursunuz kendinizi.

4- Tam Ekran Deneyim

Hiçbir bağımlılık, hiçbir alignment problemi olmadan boş bir canvasta tek bir mesaj tüketiyorsunuz. Her içerik birbirinden başka; bir önceki, bir sonrakini bağlamıyor. Yüksek performanslı bir galeri deneyimi. İçeriğin mesajının tekilliği ve dikkat dağınıklığı yaratacak başka bir şeyin o sırada ekranda olmaması 8 saniye içerisinde sizi reaksiyon gösterme konusunda itekliyor. Haliyle “kaydırıyoruz”. Bizim üründe gördüğümüz “swipe up” conversionı ortalama %30 dolaylarında, interaktiflerin dönüşüm ortalaması ise %70. Şaka gibi oranlar bunlar düşününce.

5- Güvenlik & Özgürlük

Buraya kadar hep tüketici açısından inceledik durumu. İçerik üreticisi açısından da dijital kimliğine zeval vermeyecek, çünkü bir süre sonra kendi kendine yok olacak bir özgürlük alanı açılır. Burada kötü bir resim, popüler olmayan bir fikir makbuldür. Tüketen de üreten de bunun “bir sürelik” hayatta olduğunu bilir. Hatta twitter da, fleets’i tam da buraya konumlamak istediğini açıkladı:

Ve tabii ki işin bir de para kazanması var.

Biznıs

Para ödemiyorsanız ürün sizsinizdir gibi klişelere girmeyeceğim.

Burası uygulama içerisinde yepyeni bir kanal. Uygulamanın kendi deneyiminden bağımsız; kolaylıkla kapat/aç yapılabilecek bir alan. Haliyle yepyeni de bir para kazanma kanalı. İster servis satsın(LinkedIn senaryosunda göreceğimizi düşünüyorum), ister ürün satsın(Instagram shopping), ister reklam göstersin(hepsi :) ); buradan yapılan bütün monetization dip toplamda gelir kalemine ayrı bir satır olarak giriyor. Twitter da tabii ki orta vadede Fleets’in içerisinde “sponsored” fleetler alacak.

Kimlik — Ethos

Dün gibi aklımda, çok sevdiğimiz bir müşterimizle yaptığımız Storyly görüşmesinde kullanıcı deneyimi arkadaş şöyle bir soru sormuştu: “Peki bu ürünün ethosu nedir? Neden herkes Instagram gibi olmak istesin?”

Bu soru, karşımızdaki özünde bir arayüz bileşeni olan olgu için önemli nüveler içeriyor. Instagram, Snapchat’ten 3 yıl sonra kendi uygulamasına eklediğinde bu kadar cıngar çıkmasının sebebi de belki de buydu. “Yeni” içerik, o dönem Snapchat kimliğinin bir parçasıydı. Şimdiyse 3 yıl geriden gelmesine rağmen Instagram kimliğinin bir parçası gibi hissediyoruz. Deneyimin bu kadar sarsıcı olması ister istemez kimliğe de bir referans veriyor. Bunu şöyle düşünebilirsiniz; saçımı maviye boyattığım takdirde, arkadaşlarımdan mutlaka “üniversiteye geri mi döndün?” şakalarını duyacağım. Renkteki marjinal farklılık, algılarımızda bu farkı “üniversitelilik” kimliğine yamıyor. Bir anda başka bir kimlik taşıyan kişide mavi renk saç gördüğümüzde, huzursuz oluyoruz. Huzursuzluk bizi güvende hissetmek için şaka yapmaya itiyor. Sonra “vay efendim Excel’e de story gelmiş” :).

Bu kimlik konusu, Twitter’la, Linkedin’le hatta diğer applerle bir bir çözülecek. Tıpkı dövme yaptırmak gibi normalleşecek. Hikayenin bu kısmının enteresan pek bir yanı yok. Bunun gibi de bir çok örnek bizim dünyamızda var oldu aslında.

Like butonu olmayan bir app hayal etmek ne kadar zor düşünelim. Oysa hayatımıza Vimeo tarafından 2005 yılında girmişti “Like” konsepti. Sonra FriendFeed(2007), sonra Facebook(2009)… Facebook announce ettiğinde “FriendFeed’den çaldılar” demek de popüler fikirlerden biriydi. Şimdi her yerde, sunulan her içerikte/üründe bir “like” opsiyonu var. Üstelik gördüğümüz bütün arayüzlerin temeli neyi “like”ladığımıza göre özelleşiyor. Facebook’un iş modelinin en kritik parçası belki.

Başka örnek: NewsFeed. 2006'da öğrendik Facebook’tan. Şimdi sanırım “biraz” bile sosyallik içeren applerin tamamında News Feed var. Algoritmik olarak kurgulanmış sırada içeriklerin gösterildiği, aralarda reklam yediğimiz, text, image ve videodan oluşan; çoğu zaman app’in en kritik sayfasında yer alan bir bileşen. Hiçbirimize garip gelmiyor artık.

Bunu bambaşka dünyadan carousel ile de uzatabilirim. Ama izah edebildiğimi düşünüyorum. Karşımızda bir arayüz formatı var ve radikalliği ve yine biriktirdiğimiz anılar sebebiyle başka bir ürüne atfetmemiz şu aşamada algımızı bozuyor. İlerleyen dönemde bu “app içi portal” yapısının türlü şekillerde karşımıza çıkmasına engel değil. Tarihin tekerrürle münasebeti…

E iyi de, her yer Story mi olacak?

Yine biraz daha detaylı bakmakta fayda olan bir konu bu da. Uygulamalar için en tepede para kazanma modelini ikiye ayırabiliriz: içeriği aracılığıyla değer yaratanlar, işlevi aracılığıyla değer yaratanlar.

Bir sosyal medya mecrası (Twitter, Youtube, Reddit vs.) kullanıcılarının ürettiği içerikler aracılığıyla değer yaratır, bir içerik mecrası (Onedio, NY Times vs.) kendi ürettikleri sanal içerikler aracılığıyla, bir e-ticaret firması kendi reel ürünlerini sergilediği vitriniyle, bir marketplace ise başkalarının reel veya sanal ürünlerini sergilediği vitriniyle takas değerini oluşturur.

Diğer taraftan işlev aracılığıyla da bu değeri üretmek mümkün; utility uygulamaları, finans uygulamaları, rezervasyon uygulamaları bu kanatta barınır diyebiliriz. Burada da aslında işlevin çeşitlenmesi, yine bir “içerik” ve “keşfetme” sorununu ortaya çıkarır. Yeni kredi teklifleri, yeni restoranlar vs… İçerik ikincil unsurdur, fakat değer yaratımına doğrudan katkısı bulunur.

Sosyal mecralar → kullanıcı içerikleri için,
İçerik mecraları → kendi içeriklerini daha çok tükettirmek için,
E-ticaret/pazaryeri uygulamaları → daha seksi bir vitrin için,
Utility uygulamaları → bir katalog oluşturabilmek için
hikayeleri bir noktada deneyecekler. Ve eğer iyi bir kurgu yapabilirlerse, uygulama ve kullanıcı için de yeni bir diyalog kanalı ortaya çıkmış olacak. Zira formatın sunduğu yaratıcılık fırsatının bir hududu yok.

Haliyle kendi kendine normalleşeceği için; “buna nasıl alışıcam?” falan gibi bir tribe girmeye de gerek yok. Bu biraz gün boyu bir metre uzağında tutmadığı iPhone’undan “covid aşısıyla bize çip takacaklarmış” diye tweet atmaya benziyor, bu çipi de alev gönderdiğin ilk story’de taktılar :).

Whatsapp senaryosunun “sükse” yaratmaması, excel’de story olmamasıyla benzer. Whatsapp, tüketilen bir ürün sunmuyor, bizi diyalogla birlikte üretmeye teşvik ediyor. “Keşif”, Whatsapp için doğru bir dürtü değil. Story’ler yerine “o anda online olanlar” listesi şeklinde yapsaydı, sanırım o zaman çıldırırdık :). Merak ve keşif dürtüsü tam da buralarda bir yerden ayrılıyor.

Oldukça yakın bir vadede kullanıcı üretimi storyler dışında, marka/app/ürün üretimli storyler de hayatımıza girecek. Bu tabii ki kocaman bir deney; ama şu haliyle oldukça test edilerek ilerlenen bir deney olduğunu söylemekte beis yok. Mutlaka başarısız örneklerini de göreceğiz, ama bu bizim “status quo” beklentimiz haline gelmesinin önüne geçmek çok mümkün görünmüyor.

Yavaştan toplayalım artık. Twitter için deneyim bu kadar kendine has hale gelmişken Fleets tutar mı emin değilim. Yazı ağırlıklı bir alanda görseli bu kadar öne çıkarmak riskli; ben daha çok Medium’unkine benzer bir kullanım senaryosu görmeyi yeğlerdim. Ama mutlaka çok fazla da araştırma yapmışlardır; yanılıyor olabilirim. Excel’e yakın vadede gelmeyecektir; vefakat Office360 kullanıcıları için tamamen internal ve doc history/notes tutabildikleri bir gösterim de neden olmasın? :D

Yenilikler hep uzunca bir adaptasyon süreci alıyor. Beni heyecanlandıran şeyse, 2013'te yapılan ve kendi adıma “devrimsel” nitelik atfettiğim bu içerik tipi gibi bir şey ne zaman girecek hayatımıza? Feed(facebook), Like(Vimeo), Swipe-cards(tinder), Stories(Snapchat) ve şimdi? İnanın bu hayali kurmak, hepsinden eğlenceli. Belki o da başka bir yazının konusu olur.

Biz bunu keşfedene kadar da, “Ben kendi uygulamamda nasıl kullanırım storyleri?” diyorsan; o da şurada.

Hoşça kal sevgili okur! Özleştik. Yazıyla ilgili her türlü feedback için twitter hesabım şöyle: @aykutbal
Buradaki response muhabbeti iyice karıştı :)

--

--